HARİKALAR DÜNYASINA HOŞ GELDİNİZ
  hikayelerim
 

 

Merhaba Dünya
  Açık duran pencerenin önünde oturmuş birini bekler gibi bir hali vardı. Esen yelin savurmasıyla dağılan saçlarını itinayla toplarken, bir yandan da sanki kilosu yetmezmiş gibi ha bire atıştırıyordu. 0 doğalı tam tamına 33 yıl 5 ay 24 gün olmuştu. Prens denen uyuz henüz ortalıkta yoktu.

Annesini kaybettikten sonra iyice içine kapanmış, yaşlı babasıyla kala kalmıştı. Bu anlatılan kız, benim annemdi! Ama şimdilik ben portakal bahçesinde atıl bir vaziyette vitamin olarak apartta beklemekteyim! Babasının (Dedem de diyebilirim) öksürük sesiyle irkildi. Dedem “kızım üşüteceksin, hava o kadar sıcak değil” deyince, umursamaz bir edayla yerinden kalktı, açık olan pencereyi kapatıp mutfağa yöneldi.

Dedem Mustafa efendi Demiryollarından emekli olalı 15 sene olmuştu, ninemin de ölmesiyle bayağı sarsılmış, uzun süre hastanede tedavi olmuştu. Annemin arkasından bakıp, iç geçirerek “Yarın ölüp gideceğim şu kızı bir baş göz edemedim, üstelik o kadarda kısmeti çıkmıştı” diye kendi kendine söylendi.

Ertesi gün, dedem annemi bir kenara çekip: ‘Bak kızım! Ben bu gün varım yarın yokum. Cemil efendi ile evlensen diyorum” dedi. Annem olacak salak “Yarın nereye gidiyorsun” diyecek kadar saftı. Allah’tan bak kızım derken nereye bakıyım baba demedi. Zekamı annemden almış olmalıyım. İşte hayat benim için burada başlıyordu. Annem ‘Hayır Cemil efendi çok yaşlı hem...” dedem sinirlenmişti “Iyi, ne halin varsa gör” diyerek dışarı çıktı. Annem de en büyük sırdaşı olan Müsebbiye Teyzenin yanına koştu. Kadın bilmişin teki, ne bilmez ki? yarışmaya soksan en büyük ikramiyeyi o alır. Gündemi yakalamak istersen onunla azcık konuş, yada borsa, yada mahallede, kim kiminle, kısaca her şeyi bilir. Annem çoktan Cemil efendiye razı olmuştu da! O kadının yüzünden kabul etmedi. Neymiş efendim annem gençmiş, güzelmiş, elini sallasa ellisiymiş! Daha neler,hem ben ne olacağım,babam Cemil değildi ki!

Zavallı annem! 0 saatten sonrada koca bulmak için gitmediği düğün- dernek kalmamıştı. Hatta bir seferinde memur eylemine bile katıldı, az daha tutuklanıyordu da Allah’tan tanıdıkları sayesinde yırtmış paçayı. Akşam üstü dedem çayını yudumlarken, annem de bitmez tükenmez çeyizlerine yeni kreasyonlar ekliyordu. Dedemin aklına birden, olacak ya, kızının kreasyonlarının çok eskidiğini ve yerine yenilerini eklemesi gerektiğini düşünmüş olmalı ki annemi biçki dikiş kursuna göndermişti.

Aradan bir ay geçmiş, kurs annemi pek sarmamış olsa gerek kursu bırakmıştı. Öğle üzeri eve sevinçle gelen dedem, annemi evde görünce şaşırsa da; “Kızım akşama görücü gelecek” dedi. Annem istemiyorum yan cebime koy der gibi görünse de kikirdeyerek odasına yöneldi. Gardırobunu telaşla açtı, nede olsa akşama giyeceği elbise çok önemliydi.

Akşam olmuş görücüler gelmişti. Damat adayı 35 yaşlarında üniversite mezunu ve üstelik de çok yakışıklıydı. Çok geçmeden annem misafirlere hoş geldin demek için salona girdiğinde; Muhteşem kıyafetiyle göründü. Başta dedem olmak üzere herkes şok olmuştu. Onu görenler akşama sahneye çıkacak sanırdı. Birde makyaj yapmıştı ki! Nasıl tarif edeyim? Görücüler oğullarına bakıp, bizim evladımıza kastımız yok dercesine apar topar evden kaçtılar. Bu arada dedem zıvanadan çıkmıştı. Annem ise hiçbir şey olmamış gibi pişkin pişkin “ne varmış kıyafetimde” derken bile, yırtmacından çıkan çarpık bacaklarına rağmen yüksek topuklu ayakkabılarının üzerinde zor duruyordu. Dedem, “Allah ıslah etsin, ne diyeyim” diyerek odasına çekildi.

Aradan epey zaman geçmişti. Dedem her zaman olduğu gibi kahvede oturmuş gazetesini okuyordu. Bir ara yan masada oturanların konuşmalarına kulak kabarttı. Adam konuşmasında komşularının kızının daktilo kursundan biriyle kaçtığından bahsediyordu. O an dedemin kalbi yerinden fırlayacaktı. Kahveden apar topar kalkıp hızlı adımlarla eve giderken, kendi kendine söyleniyordu. Annemi her zaman ki gibi pencerenin önünde oturmuş, beyaz atlı prensin hem de en beyazını bekler vaziyette buldu. Kızına bakıp “sık kızım dişini az kaldı” diyecekti nerdeyse.

Ertesi gün kısa bir araştırmanın sonrasında annemi daktilo kursuna yazdırmıştı bile. İlkokulu zar zor okuyan bir kızın 33 ünde daktiloyu öğrense ne olacak düşünmeyin lütfen! Unutmayın ki bu kurs benim için çok önemli! Hem beni de tanıyamazsınız.

Olanlara bir anlam veremeyen annem, kursun 20 günü doldurmuştu. Bu süre zarfında annem, daktilo yazmak dışında harikalar yaratıyordu! Kendince eleştirilere bile başlamıştı. Teneffüslerin birinde sıra arkadaşına “Teneffüsler neden 10 dakika oluyor da dersler 45 dakika” diye sorunca… Yanındaki bayan “günlerdir ben bu salakla mı arkadaşlık ediyorum” diye kendine kızdı.

Annemde kursun ilerleyen günlerinde bir gariplikler olmaya başlamıştı! Kursiyerlerin bunu anlaması fazla uzun sürmedi. Ders süresince, otuz yaşında kara kuru geyiğin biri annemi süzüyordu. Bu zat, annemin de nazarı dikkatinden kaçmamıştı. Yanakları alı al, moru mor oluyordu. Hoş annemin bu saatten sonra naz yapmak gibi bir lüksü de yoktu. Hani adam istese orada verecekti ama! Yine de biraz naz yapsa iyi olurdu. En azından romantiklik açısından. Sonra ne derler?

Kursun ikinci ayı tamamlanmıştı. Kursiyerlerin sular seller gibi daktilo yazmalarına karşın, annem tuşlarda hala B harfinin yerini arıyordu. Neden B, biliyor musunuz? Bahattin. Hani annemi sınıfta bir aydır kesen varya, işte o Bahattin. Annem, her seferinde B‘yi Bahattin’e sormak için yerinden kalkıyor, sonra tekrar yerine dönüyordu. Dersin birinde yazılması istenen metinler içinde B olmayan kelimelerle karşılaşan annem, kurs hocasına tavır bile almıştı. Neyse ki ertesi gün verilen metinde bolca B vardı. 0 gün annem yine B turuna çıkmıştı ki... hoca biraz da içerleyerek “Biz neciyiz? Bana niye sormuyorsun?” diye yırtındı. Ama onlar hocayı ciddiye bile almadılar.

Kasımın 25 i olmuş, dedem hastalanmış, durumu da pek iyi değildi. Annem elini çabuk tutmalıydı. Bir türlü Bahattin’e “al beni buralardan kaçır” diyemiyordu. Bu teklifin ondan gelmesini bekliyordu.

Ertesi gün kaloriferler bozulduğundan dershane çok soğuktu, elektriklerde yanmıyordu. Bu yüzden kurs da tatil edilmişti. Herkes sevinmişti ama! annem ile Bahattin’in sevincine su bile dökemezdi. Allah bilir Naim bile olimpiyatlarda madalyasını alınca o kadar sevinmemiştir.

Ben artık dünyaya gelmek üzere Bahattin’in yani babamın vücudundan yola çıkmaya hazırlanmıştım bile. Eğer kendine hakim olmasaydı bu yazılanları bile okuyamayacaktınız. Ama babam delikanlı adammış böyle bir şey yapmadı. El ele göz göze romantiklik olsun diye pastaneye gideceklerdi. Hiç olur mu be kardeşim. Annemin acelesi var, bak dedemde hasta!

Havanın soğuk olmasına rağmen Bahattin’i ikna eden annem, onu parka gitmeye ikna etmişti. Annemde az o… değilmiş hani. Parkta birkaç uyuz köpekten başka kimsecikler yoktu. Yaşasın! Az ileride tenha bir yer görmüştüm. Ama iki şapşal fark edememişler, sol tarafa bakmıyorlardı, çıldıracaktım. Neyse ki köpekler hırlayınca canlarını kurtarmak için gördüğüm yeri onlarda fark etmişti. Kısa bir süre sonra ben artık gün saymaya başlamıştım.

Günler bir birini kovalarken, annemde Bahattin’i kovalıyordu. O gün annemin içi içine sığmıyordu. Oysa Bahattin çok durgundu ve bir duvardan farksızdı. Sanki hiçbir şey olmamış gibi annemi görmezlikten geliyordu. Her zaman olduğu gibi annem yine daktilodaki B tuşunu bulamama krizine girmişti. Öyle ki! Tam 23 defa B harfini sormak için Bahattin’e koştu. Ders boyu annem yamulmuş bir vaziyette melül melül Bahattin’e bakıyordu. Sınıftakiler hayretler içerisinde onları izliyordu. Bir süre sonra kendine gelen Bahattin onları izleyen gözleri fark etmiş olacak ki, koşar adımlarla dışarı çıkmıştı. Derse de geri dönmedi.

Ertesi gün öğretmen kursiyerlere haftaya sınav olacağını ve sınavda ne yapmaları gerektiğini anlatıyordu. Bahattin’den başka derdi olmayan annem, bir an önce ona müjdeyi vermek istiyordu. Onu göremeyince de telaşlandı, anlatılanları dinlemiyordu. Bahattin bir ara kapıda belirdi. Annem yerinden fırlayarak kapıya yöneldi. Sınıftakiler neler olup bittiğini anlamıştı. Bahattin anneme bir şey söylecekti ki! Annem boynuna atlayıp “Hamileyim” dedi. Bahattin mos mor olmuştu, yutkunamadı bile, boncuk gibi terlemeye başladı. 0 kadar B ile uğraşan Bahattin sonunda bo... yemişti. Karısı durumu anlamış, üstelik iki de çocuğu vardı. Annem neredeyse ağzının içine girecek vaziyette: “Ne söyleyecektin?” kısa bir sessizlik oldu. Bahattin “Şey... ben evliyim” bu kez annem morarmıştı. İki mor insan öylece kala kalmıştı. Peki bu arada ben ne olacağım? Bana, baban kim diye sorarlarsa ne diyecektim. Yoksa annem bana “Baban öldü yavrum” mu diyecekti. Hızla annemin karnına tekme savurdum. Tekmeyi iki taraflı yiyen annem daha da yıkılmıştı!

Aradan aylar geçmiş, annem eve gitmemiş, halası Leyla’nın yanında kalıyordu. Tıpkı filmlerde olduğu gibi her zaman yedekte bir hala bulunur ya! Bu arada kızının mürüvvetini görmek isteyen dedem ise maalesef hakkın rahmetine kavuşmuştu. Artık dünyaya gelmeme saniyeler kalmış, intikaları oynuyordum. Ve dünyaya gelmiştim. “Merhaba Dünya ben geldim, hani alkış”. Etrafta maskeli adamlardan başka kimse yoktu. Şu uzun boylu güzel Hemşireye yeşil pek yakışmamıştı. Demek Dünya burası ha! ne güzel kızlar var, o sarışını tuttum vallahi.

Gün ağarmak üzereydi. Dünyaya gelişimin ikinci günüydü ve Leyla halamlardaydık. Annem beni kucağına aldı ve sessizce dışarı çıktı. “Hiç bu saatte gezilir mi? Havada çok güzeldi”. Uykum gelmişti ama direniyordum. Aynı sokağı defalarca geçtik sanıyorum herhalde annem yolu şaşırmıştı. Sonra tekrar devam etti. Bir müddet sonra durdu ve yüzüme kapadığı örtüyü açıp defalarca öptü, kokladı. Yoksa ayrılıyor muyduk? soramadım. Burası, geniş avlusu ve yanında da tepesinde ay bulunan yüksekçi bir yerdi. Tamam ya burası camii avlusu değil mi? İyi de ben namaz kılmasını bilmem ki. Anlamıştım, annem gibi saf değildim, beni sokağa terk ediyordu. Neden insanlar çocuklarım ya cami avlusuna yada karakolun yakınına bırakırlar ki?

Aradan saatler geçmişti, öğle olmak üzereydi ortalıkta da bir Allah’ın kulu yoktu. Camiye kimseler gelmiyordu. Hani nerede benim din kardeşlerim. Altımı ıslatmıştım, üstelik karnım da acıkmıştı. Salak salak saatlerce ağladım. Yanı başımda biberon vardı, ama elim kolum bağlıydı. Hem ben bebeğim ya!

Güneş tam tepemdeydi ve dünyaya gelişimin ikinci gününde veda ediyordum, alacağın olsun dünya! Son bir gayretle ağlamaya başladım. Ayak sesleri duydum, işe yaramıştı ve sesler git gide bana doğru yaklaşıyordu. Bu bir polisten başkası değildi. Hayret burada işi ne ki? Oysa, vatandaşa rastlamalıydım. Her neyse, ne fark eder ki, neticede paçayı kurtarmıştım!

Çok geçmeden karakoldaydım. Kalabalıktı ve git gide çoğalıyordu. İnsanlar sıraya dizilmiş kimlik kontrolü yaptırıyordu. Sahi benim adım neydi? Sıradaki yaşlı adam “Vallahi ben bu gün sayım olduğunu bilmiyordum oğlum” diye dert yanıyordu. Ah alçak anne sokağa terk edecek başka bir gün yok muydu? Az kalsın ölecektim. Beni bulan polis memurunun adı Battal’mış. Kucağında ben olduğum halde komiserin odasına girdi “Komiserim ne yapalım”. Komiser elli beş yaşında, kır saçlı ve göbekliydi. Sert bir ifadeyle “Kaydını yapın, üzerinden kağıt filan çıktı mı?”. Kundağı şöyle bir göz ucu ile kontrol edip, “Hayır? sadece kolunda bir bant var. Herhalde hastanede yapıştırmışlar” dedi. Komiser merakla! “Ne yazıyor?” Polis memuru okudu bir şey anlamadı, bir daha okudu yine anlayamadı, sonra kekeleyerek “Şey... Bebek Küçüntekik” Komiser güldü “‘0 neki? Bu nasıl isim?” Polis memuru “Vallahi anlamadım soyadı herhalde. Amirim adını ne koyalım? Sizin adınızı koysak olur mu?” Komiser bir isim babası olmanın edasıyla sanki matah bir isimi varmış gibi “Olur olur” dedi.


Bu bana yapılan bir revam mıydı? Nüfus sayımında sokağa terk edil, o da yetmezmiş gibi özürlü bir hemşire tarafından soyadın KÜÇÜKTEKİN yerine KUÇÜNTEKİK yazılsın, bu da yetmezmiş gibi ismin Hıdır konulsun. Peki sorarım size ben büyüyüp ileride yarışmalara katılsam, sunucu soyadının anlamı ne diye sorduğunda ben ne diyeceğim? “Şey… inanmayacaksınız ama doğumda görevli hemşire soyadımın harflerini yanlış yazmış diye salakça bir açıklama mı yapacaktım. Bu ne ya? Soyadım söylenirken bile insanların çeneleri ileri gidip,dudakları da garip bir şekil alıyor vallahi.

Ah ulan alçak dünya alacağın olsun. Karakolda beşinci saatimi tamamlamıştım. Tekrar ağlamaya başladım. Altımı ıslatmıştım ve üstelik kanımda acıkmıştı, kimse benimle ilgilenmiyordu. Karakolda en kolay iş ağlamaktı. Çok geçmeden sanki lazımlarmış gibi bekçi Şeyhmus ile polis memuru Satılmış imdadıma yetişti. Daha doğrusu komiser çocuk niye ağlıyor şuna bakın demiş de. Şu rezilliğe bakın! Sokağa çıkma yasağında terk edil, bu da yetmezmiş gibi isimleri bile literatürden kaldırılmış Battal,Şeyhmus ve Hıdır isimleriyle karşılaş, ha birde ben Hıdır KÜÇÜNTEKİK muhabbete bakar mısınız? Sesimi kesmeyi başaramayan ağabeylerim; Buse diye seslendi. Allahım o ne ihtişam, salına salına geldi. Onlar gibi kazma değil ki ne de olsa bir anne, sesimi zart diye kestim. Birden aklıma annem geldi. Niçin benim de kanatlı ped kullanan sarışın bir annem olmadı diye isyan ettim.

Çok uzatmış olmalıyım ki beni arabayla yetimhaneye götürdüler. Buse ile bile vedalaşamamıştım. Kader beni bu Dünyada, daktilodaki B ile birde salak hemşirenin koluma yazdığı K ve N ile yıkmıştı. Şu saatten sonrada ağlamanın bir anlamı yoktu.



Alo
  Graham Bell, Boston’da ilk defa sesi iletmeyi başardığında ben henüz ortalıkta yoktum ve olamazdım da. Telefon, ülkemizde kullanılmaya 1908’de, meşrutiyetin ilanından sonra ve ilk otomatik telefon sistemi de 1926 yılında Ankara’da faaliyete geçmişti.

Aradan yıllar geçmiş, telefon sistemi büyüdükçe benim ailem de büyümeye devam ediyordu. Ve ben doğmuştum. Ne ilgisi var demeyin. Adamlar iki kömürle telefonu bulmuşlar, bizimkilerde iki kömürle mangal yakmayı ve çocuk yapmayı öğrenmişlerdi. Bu kolay iş mi sizce?

Her ne kadar telefon 1926 yılında kullanılmaya başladı ise de benim çocukluk yıllarımda (1969) henüz pek yaygın değildi. O zamanlar evinde telefonu olanlar ayrıcalıklı insan sınıfına giriyordu. Öyle ki! tüm mahalle görüşmelerini de o evden yapıyordu. Yani PTT pozisyonu.

Günün hangi saatin olursa olsun mahalleliye telefon gelince, gecenin bir yarısı da olsa haber vermek üzere evin küçük çocuğu salya sümük mızmızlansa da o gönderilirdi. Evin beyi sizi kapıda pijamalarla karşılar, üzerine dantel örtülmüş ve hemen yanında Jeton haznesi bulunan kutucuğun yanına kadar size refakat ederdi. Bu durumdan da hiç de şikayetçi olmadığı gibi, komşusunun telefon görüşmesi bitene dek sabırla bekler, hatta konuşma bitince bu da yetmezmiş gibi görüştüğü şeylerin geyiğini yaparlardı.

Bir nesil öyle büyümüştük. Derken, hatlar falan herkesin bir telefonu bile olmuştu, hem artık telefon sahipleri de komşu çağırmaktan kurtulmuştu. İlk başlarda telefon oyuncak gibi kullanılıyor ve hatta yan komşuya sesi duyurmak için bile telefon eder hale gelinmişti. Bu durum gelen ilk kabarık faturayla birlikte fazla uzun sürmemişti. Evin pijamalı reisini telefona kilit vurma yoluna sevk etmişti. Korsan görüşme merakı yüzenden de az azar işitmemiştik.

Bu arada bizimkiler mangalın envai çeşitlerini geliştirirken elin adamları da bizimkilere nazire yaparcasına telefonun hem de kablosuzunu yani cep telefonunu icat etmişlerdi. Ya biz! hala tütmeyen bir mangalı bile icat edememiştik, hem bunun ne önemi var ki iki öksürürsün geçer hem de bronşların açılır değil mi?

Kısa süre sonra mangala ve teknolojiye aç olan bizlere, geliştirdikleri ilk telefonları takoz niyetine itelemeye başlamışlardı. Yapısı itibariyle hakikaten tam bir takozdu ve bu telefonlar yurdum insanın elinde birer ikişer çoğalmaya başlamıştı. Sırf telefonu olduğunu göstermek uğruna iki eli dolu bile olsa bütün yük bir tarafa geçirilip, bu yüzden diğer el hep boş bırakılırdı. Sanırsın dünyayı o yönetiyor.

Ben mi? bende her Türk gibi benim onlardan neyim eksik mantığıyla, o aralar moda olan kampanya kervanına katılarak, borç harç taksitle cebim olmuştu. Hem de en takozundan. Abartmıyorum belki de uzaydan görülebilen tek telefonda benim telefonumdu diyebilirim. Bir süre sonra ona öyle alışmıştım ki! Kendimi kaybetsem bile onu kaybetmeyi aklımdan bile geçirmiyordum.

Ta ki o güne kadar.

Hava alabildiğine sıcaktı, üzerimdeki gömlek adeta üzerime yapışmıştı.Üstüne üstlük birde ceket giymek zorunda kalmıştım. Tuvalete gitmek için ceketimi astıktan sonra lavaboya yönelmiştim ki, birden cep telefonumun yanımda olmadığını fark ettim. Hemen odaya dönüp canım ciğerim biricik varlığım olan telefona alık bir şeklide (Bir öpmediğim kalmıştı) bakıp gömleğimin cebine yerleştiri verdim.

Bir yandan tuvalet ihtiyacını gideriyor, bir yandan da habire birilerine mesaj çekiyordum. İşimi ve mesajı bitirmiş sifonu çekmiştim bile. Birden tükürmek üzere tuvalet deliğine eğilmiştim ki! telefon cebimden düşüp, dönerek ve mesaj alındı sinyali vererek gözden kaybolmuştu. Şoklanmıştım, öylece kalakaldım. İçimden bir şeylerin koptuğunu hissettim. Meğer ne çok severmişim. Evet, o artık yoktu ve ben çaresiz bir şekilde hala deliğe bakıyor, kulağımda sadece onun dıt dıt sesi çınlıyordu. Öylece ne kadar kaldığımı hatırlamıyorum. Başıma bir şey geldiğinde şüphelenmiş olmalılar ki, birileri habire kapıyı yumrukluyorlardı. Dışarı çıktığımda rengimin solgunluğunda korkmuşlar “Hasta mısın?” diye soruyorlardı. Secattin, yani oda arkadaşım, odaya epeydir dönmeyince şüphelenmiş ve haber vermiş olmalıydı. Elimin tersi ile alnımdaki terleri silerken, sadece “hayır” diyebildim. Kalp krizi geçirdiğimi zannetmişler.

Odaya döndüğümde kalabalıktı. Onca insan, inat yaparcasına, ellerinde telefonları olduğu halde beni bekliyordu. Bir daha yıkılmıştım. Neden Kırkbeş dakika içeride kaldığımı merak ediyorlardı. Olanları anlattığımda (hepsini anlatacak değilim) bana acıyarak baktılar! Neden böyle baktıklarını şimdi daha iyi anlıyorum.

Aradan aylar geçmiş ve kendime yeni bir telefon nihayet almıştım. Nedense ilk telefonu aldığım günkü heyecanım yoktu. Öyle ki, yanımda bile taşımıyordum diyebilirim. Oysa müracaat edip eski numaramı bile almıştım. Bu da bir şeydi benim için.


Aslında Ben, Sizi Aldattım ! Bölüm 1
  Yağmurda ıslansa da elbiseleri, su geçirmeyen hayalleri, uzun süredir yüzünü görmediği güneşin yalancı sıcaklığına aldırmayacak kadar kalın bir paltosu, yüzüne yansımış korkularını gizlemeye çalışan kaşkolu vardı...
Yol kenarındaki bir banka oturup kendine sarıldı.Düşünmeye başladı...
Neden bu kadar çok düşündüğünü düşündü ilkönce..Sonra,aşkın yürekten cebe indiğini geç fark ettiği için var gücüyle sustu !
Yorgundu.Gözlerini her kırptığında ağırlaşmış kirpikleri kapanıyor,onu zorla geçmişe götürmeye çalışıyordu...

Murat ve Aysel Üniversite yıllarında tanışmışlardı.İkisi de ilk aşklarını yaşamıyorlardı.Fakat sadece bedenlerini ve ruhlarını değil,farklı yaşayış tarzlarını bile çok çabuk kabul edecek kadar masumca sevmişlerdi birbirilerini.Kısa sürede birlikte yaşama kararı alıp Murat la birlikte aynı evi paylaşmaya karar verdiler.
Ailelerinden zar zor gelen para yetmediği için,Murat boş zamanlarında çalışıyor,kazanılan para Aysel de birikiyor, geçim sıkıntısını asgari seviyeye indirmek amacıyla, harcanılacak paranın muhasebesini yapıyordu...

Murat; sevgilisinin desteği olmadan hiçbir işi tam anlamıyla yapamayacağını düşünen, utangaç sessiz, duygusal biriydi.
Boş zamanlarında, hayatın içerisinden ve okuduğu kitaplardan, beynine kazıdığı aşklarla ilgili konuları harmanlayarak fikir üretiyor, her fırsatta bunları şiir, hikaye olmak üzere defterine karalıyordu...Fakat utangaçlığından olsa gerek, ilişkileri başlayalı yedi ay kadar olmasına rağmen Aysel in bundan haberi yoktu...Ta ki, bir 25 nisan sabahı, Murat ın doğum günü hediyesi olarak yazdığı şiiri Aysel uyurken başucuna bırakana dek!

" Ben önce yüreğini sevdim,sonra gözlerini
Ben önce insanlığını sevdim,sonra ellerini "

diye devam ediyordu şiir.Aysel şiiri tam okuyamadan gözyaşlarını tutamadı.Diğer oda da, yazdığı şiiri Aysel in beğenmeme ihtimalini düşünerek, Heyecanını kitap okuyarak bastırmaya çalışan Murat ın yanına giderek birden boynuna sarıldı.
A " Bunu sen mi yazdın ? "
M " Şey,evet.Ama beğenmediysen bir daha yazmam.yada daha iyisini yazmaya çalışırım " dedi Murat, titrek ve utangaç ses tonuyla...
A " Daha iyisi mi ? delirdin mi sen !,Böyle güzel bir şiiri belki de hayatımda ilk kez okuyorum ve inanılmaz etkilendim."
M " Hayatım, bu şiiri sana yazdığım için etkilenmiş olmalısın.Abartıyorsun bence."
A " Edebiyat bölümünde okuyup şiirlerle dünya edebiyatıyla içli dışlı olan arkadaşlarımı biliyorsun.İnan bana yazmış olduğun şiir, bence onlarda bile hayranlık uyandırır...Aa Bir dakika ! Peki sen bu kadar güzel şiir yazdığına göre daha önceden de yazıyor olmalısın,haklı değil miyim ? "
M " Evet canım, zaman zaman karalıyorum."
A " İyi de,benden neden sakladın bunu ! ve nasıl başardın ? "
M " Yazdıklarım benim hoşuma gidiyor.Ama başkaları beğenmezse hayal kırıklığına uğrarım diye kimselere bahsetmedim.Hem ayrıca geçmişte yazdığım bazı şiirleri çok samimi olduğum birkaç arkadaşa okumuş, alay konusu olmuştum."
A " !
M " Belki de hata bendeydi,bilmiyorum.Hızlı yaşayan,eğlenmeyi çok seven insanlardı.O sıralar hayatlarında duygusallığa fazla yer yoktu hiçbirinin ve beğenmediler işte...Ayrıca kapatalım bu konuyu.Nasıl olsa maddi bir çıkar beklemiyorum,ben halimden memnunum."
A " Peki, nasıl istersen.Yazdıklarını benim okumamda sakınca var mı? "
M " Karşıdaki çekmecenin içerisinde birkaç tane ajandam var.dilediğini okuyabilirsin."

Diyerek konuyu kapatmıştı Murat.
Aysel in doğum günü olduğu için, o gün fırsat bulup okuyamamıştı ajanda da yazılı olanları...

Murat ın çalıştığı Cafe evlerinden uzak olduğundan dolayı Aysel den daha erken uyanıp gitmesi gerekiyordu.Ama çoğu zaman Aysel de erkenden uyanıp kahvaltı hazırlıyor,güne birlikte başlıyorlardı.
O gece Aysel in doğum gününü Kutlayıp eğlendikleri için, yorgun olduğunu düşünüp,sabah uyandırmaya kıyamadı...

Aysel uyandığında neredeyse öğlen oluyordu.Bir şeyler atıştırıp kendine geldikten sonra,aklına çekmecedeki ajandalar geldi.Büyük bir heyecanla içlerinden bir tanesini seçip okumaya başladı...
Okudukça şaşırıyor,şaşırırken okuduklarının arasında kayboluyordu...Böyle bir yeteneğin kimsenin farkında olmaması onu çok üzmüştü...

Zaman tüm sıradanlığıyla akmaya devam ederken, Aysel Murat tan daha fazla inandığı için,her fırsatta şiirlerini, hikayelerini kitap haline getirmeyi teklif ediyor ama olumlu cevap alamıyordu...
Tüm bu olumsuzluklara rağmen,uzun süredir aklında olan bir fikri gizlice hayata geçirmeye karar verdi...
Bulundukları şehrin yerel gazetesine sık sık Murat ın şiirlerini göndermeye başladı.Tam tahmin ettiği gibi şiirler dikkate alınıyor ve yayınlanıyordu...
Bu durum 4 ay kadar devam etmesine rağmen,olup bitenden Murat ın haberi olmadı...

Bir Cumartesi sabahı,Murat cafe de çalışmaya devam ettiği sırada ailesinden telefon gelmişti.Telefonu açan kişi Murat ı çağırmak için İsmi ve soyadıyla seslendi.
Bu sırada cafe de bulunan bir bayan müşteri,heyecanlı bir halde telefon görüşmesinin bitmesini bekledi.
Görüşme bittikten sonra,yanına gidip " Murat Tolga Aktorun siz misiniz ?" diye sordu.
Murat,Biraz şaşkın bir ifadeyle " Evet benim.Nasıl yardımcı olabilirim ? "
" Ben Esra. Üniversitede okuyorum.Bölümüm gereği, sürekli buranın yerel gazete ve radyolarını takip eden biriyim.Yazmış olduğunuz şiirleri hayranlıkla okuyorum.Tüm samimiyetimle söylüyorum;Müthiş bir yeteneksiniz,tebrik ederim."
Murat gülümseyerek
" Tanıştığımıza memnun oldum.Fakat sanırım bahsettiğiniz kişi ben değilim.Çünkü hiçbir yere şiir göndermedim."
E " Siz ciddi misiniz !"
M" Evet."
E " Ama nasıl olur! isminiz Murat Tolga Aktorun değil mi ?
M " Evet ama ...!"
E " O halde şaka yapıyor olmalısınız.İki isim ve bir soyadı.Eğer bu kişi bir başkasıysa çok büyük tesadüf olur."

O sırada başka bir müşterinin seslenmesi üzerine,Esra dan müsaade isteyip sipariş almaya gitti Murat...
Kafası karmakarışık olmasına rağmen, olayın tesadüften başka bir şey olamayacağını düşünüyordu.Yinede bir sonuca varmak için Esra nın bahsettiği yerel gazeteyi almaya karar verdi...
Gazeteyi kurcalamaya başladığında kendi yazdığı şiirle karşılaşınca şok oldu!...
Biraz düşündükten sonra,bu olayı Aysel in yapabileceğini tahmin ederek,sinirli bir vaziyette evin yolunu tuttu...

Aysel ise,İnanılmaz bir sevin içerisinde Murat a sürpriz yapmaya hazırlanıyordu.Çünkü gazeteden Telefon gelmiş, Murat la köşe yazarlığı konusunda görüşmek istiyorlardı...


Aslında Ben, Sizi Aldattım ! Bölüm 2
  Aslında ben, sizi aldattım...Bölüm 2

Murat a bu sürprizi romantik bir akşam yemeğinde açıklamaya karar verdi.Hazırladığı birkaç çeşit yemeği mumlarla aydınlattığı masaya koyduğunda, evde şarap olmadığını hatırladı.Her şeyin tam olmasını istiyordu.Fakat parası yoktu.

Saate baktı,Murat ın gelmesine daha epey zaman vardı.Birkaç sokak ötedeki arkadaşını arayıp borç para istemeyi düşündü.heyecandan masadaki mumları söndürmeyi unutarak evden çıktı...

Murat eve varmak üzereydi.Attığı her adımda biraz daha sinirleniyor,sürekli ' Bunu bana nasıl yapabilir, bunu bana nasıl yapabilir! 'diye söyleniyordu...

Eve geldiğinde hazırlanmış masa ve mum ışıklarına hiçbir anlam veremedi.

' Aysel Aysel! ' diyerek,sert ses tonuyla iki kez bağırdıktan sonra evde olmadığını anladı.

Koltuğa oturup beklemeye başladı...

Aysel,arkadaşından aldığı borçla, daha önce bütçelerini sarsacağını düşündüğü için almaya hiç cesaret edemediği pahalı şarabı, tereddüt etmeden alıp eve döndü...

Kapıyı açtığında Murat ı koltukta uyurken gördü.

Sessizce yemekleri ısıtıp,masayı yeniden hazırladı.

Şarabı kadehlere doldurduktan sonra sıra Murat ı uyandırmaya gelmişti.

Yanına gidip yanağına masum bir öpücük bıraktı...

Murat, gözlerini açar açmaz kaşlarını çattı

M ' Sen ne yaptığını sanıyorsun! Ayrıca tüm bu hazırlıklarda neyin nesi? '

A ' hayatım,neden bu kadar sinirlisin? Ayrıca eve erken gelmişsin.İşyerinde bir problem mi oldu yoksa! '

M ' Sana bir soru sordum! cevap istiyorum.'

A ' Sana bir sürprizim var.ama gecenin sonunda açıklamayı düşünüyorum.Tabi sen bu sinirli halinden vazgeçersen '

Murat,Aysel in iyi niyetli davranışı karşısında, sakinleşmek yerine, hatasını örtmeye çalıştığını düşünerek daha da sinirlendi.

Birden yerinden fırlarcasına kalkıp masanın örtüsünden tuttu,var gücüyle çekti.Büyük bir gürültüyle masadakiler yere düştüğü sırada,Aysel ellerini yüzüne götürerek, ürkek, şaşkın bir ifadeyle,

' Murat ne oldu? ,neyin var Allah aşkına! '

M ' Bunu bana nasıl yaparsın! Bunu bana nasıl yaparsın! ' diyebiliyordu sadece Murat.

Aysel ağlamaya başladı

A ' Ne yaptım ben sana Murat! '

M ' Hangi cesaretle ve nasıl yapabildin! Yazdıklarımı,nasıl benden izinsiz gazeteye gönderebildin! Benim için çok özel şeyler olduklarını sana daha önce kaç defa söyledim! '

Ses telleri yırtılacakmış gibi bağırıyordu Murat...

A ' Böyle bir yeteneğin varken, Cafe de akşama kadar ayakta kalıp garsonluk yapmana gönlüm razı olmadı '

Aysel in cümleleri ağlamaktan boğazında düğümleniyor, konuşamıyordu.

Murat,Aysel in son söylediklerinden sonra iyice kendini kaybetmişti.

M ' Ya öyle mi! Demek Cafe de kazandığım para gözünüzü doyurmadı hanımefendi.O halde kendinize daha varlıklı ve karizmatik bir sevgili bulmayı deneyin! Benim yapabileceklerim maalesef bu kadar.Zaten hazırladığın masadan anlaşılıyor ne kadar gösteriş meraklısı olduğun! .'

Daha önceden de aralarında ufak tefek tartışmalar oluyordu ama Murat ın bu şok sözleri karşısında Aysel yıkılmıştı...

Boğulurcasına ağlamaya devam ederken, kapının arkasında duran hırkasını aldı ve ardına bakmadan evden uzaklaştı...

Murat ın öfkesi geçmemişti.evin içerisinde volta atarak,sürekli ' Ne halin varsa gör! 'diyordu...

Aysel, borç istediği arkadaşının evine gitmişti.Kapının önünde uzun süre bekledi.

Daha birkaç saat önce sevinçten havalara uçuyorken, şimdi mahvolmuş bir halde tekrar karşısına çıkıp Merhaba demeye utansa da, gidecek başka hiçbir yeri yoktu...

Gözyaşlarını silmeye çalıştı ve titreyen elleriyle zile bastı...

' Merhaba Zeynep.Girebilir miyim? '

Zeynep, Aysel i karşısında harap olmuş görünce

Z ' Aysel ne bu halin! bir şey mi oldu? '

A ' İçeride anlatırım Zeynep '...


Zeynep ile Aysel, yaklaşık iki yıl önce üniversitede tanışmış, kısa sürede samimi olmuşlardı.Aysel in aksine,hayatına duygusallığı sokmayan, kısa süreli birliktelikleri tercih ederek birilerine bağlanmak istemeyen, güzelliği sayesinde özgüveni yüksek, zengin bir ailenin tek kızıydı...

Üniversiteye ilk başladıkları dönemde üç arkadaş bir ev kiralayıp beraber yaşama kararı almışlardı.Daha sonraları Aysel Murat la tanışınca ayrı eve taşınmış, diğer arkadaşı ise ev masraflarının ikiye bölünecek olması karşısında,ağır bir yükün altına giremeyeceğini düşünüp Yurda yerleşmişti...


Zeynep, hızlı yaşamayı sevdiği için, ağır başlı ve otoriter kişilikli Murat la anlaşamıyor, fikir uyuşmazlığı yaşıyordu.Bu yüzden ilişkilerine zarar vermemek adına Aysel den uzak kalmış,eskisi kadar sık görüşmüyorlardı...


Aysel içeri girip koltuğa oturduğunda ağlamamaya çalışıyordu.

Z ' Aysel neyin var ne oldu? '

A ' Murat! '

Z ' Çatlatma adamı ne oldu Murat a? Başına bir şey mi geldi yoksa! '

A ' Hayır...Az önce kavga ettik ve evi terk edip sana geldim.'


Zeynep, Aysel in yanına yaklaşıp yüzünün yarısını kapatan saçlarını elleriyle geriye doğru götürdüğü anda Aysel kendini salarak ağlamaya başladı...


Z ' Canım benim ya.Neden kavga ettiniz peki, konu neydi? '

A ' Murat ı bilirsin,dediğim dedik dik kafalı biridir.

Z ' Ee..? '

A ' Çok uzun süredir şiir ve hikaye tarzı şeyler yazıyormuş...'

Zeynep gülümseyerek,

' Hadi canım! Murat mı şiir yazıyormuş.O adını yazmayı öğreneli ne kadar oldu ki! '

A ' Zeynep dalga geçme...Gerçekten yazıyormuş.Ve bundan benim doğum günüme kadar haberim yoktu.Sabah uyandığımda başucumda bir kağıt vardı.Şiir yazmış,okuyunca büyülendim resmen.Sonra, daha önceden de sürekli yazdığını söyledi.'

Z ' Bak sen şu Murat a! Demek kadın ruhundan da anlıyormuş.'

A ' Zeynep! '

Z ' Tamam tamam.Ee sonra? '

A 'Diğer yazdıklarını da okumama izin verdi.Hiçbiri benim gözümde sıradan şeyler değildi.Yazdıklarını toparlayıp kitap haline getirmeyi teklif ettim,ama çok kızdı.Bende ondan habersiz yazdıklarını her fırsatta gazeteye gönderdim.'

Z ' İnanmıyorum sana Aysel! Murat izini olmadan adama nefes bile aldırmaz.'

A ' Evet öyle ama, birilerinin desteği olmadan adım bile atamayacağını düşünür.Ben de,elinde o kadar değerli bir hazine varken şansını denesin istedim.Aylardır Cafe de garsonluk yaparak yıpratıyor kendini.İşten döner dönmez,yorgunluktan uyuyakaldığı anları bilirim...'

Z ' Peki sonra ne oldu? Nasıl kavga ettiniz? '

A ' Bir şekilde öğrenmiş işte.Tamda ona sürpriz yapacağım akşam öğrenmiş üstelik.'

Z ' Sürprizin neydi? '

A ' Bu sabah gazeteden aradılar.Murat ın yazıları yayınlanmaya başladığından beri,okuyucular sürekli teşekkür mesajları gönderiyorlarmış.İşte bu yüzden,Murat la Köşe yazarlığı konusunda görüşmek istediler.Ama daha ağzımı bile açamadan kavga etmeye başladı.'

Z ' Az bile yapmış! Ben sana defalarca söyledim güzelim,ayrıl şu adamdan hayatını zehir etme,diye.Bir insana nasıl körü körüne bağlanabiliyorsunuz anlamıyorum.'

A ' Senin anlayabileceğin bir şey değil bu.Zaten anlamış ve karşı cinse değer vermiş olsaydın,bir buçuk senedir sana deli divane olan Emreyle ilişki yaşardın! '

Z ' Amaan,açma şu konuyu.Ben gelemem öyle masumca sevdalara.Yazdığı mektuplar,yolladığı çiçeklerle beni etkileyebileceğini sanıyor zavallı.'

A ' Daha ne istiyorsun Zeynep! Çocuk seni sevmese, bir buçuk yıldır peşinde koşan kızlara ' hayır' demezdi.'

Z ' Boş versene Aysel ya. O çocukta mide olsaydı gözünün dibinde yaşadığım sevdaları görünce vazgeçerdi benden...Her neyse, sen beni boş ver...Ee sonra ne oldu? '

A ' Valla biraz daha kavga etseydik galiba beni kovardı ama buna fırsat vermeden ayrıldım evden.'

Z ' İyi yapmışsın.Gerçi o çocuk seni dövse de sesini çıkarmazsın.Melek gibi birisin.Bazen bu yüzden çok şaşırıyorum sana.'

A ' Ne bileyim Zeynep! Sevdim kabullendim onu.Başkasına bakamazmış gibi hissediyorum kendimi.'

Z ' Aptal aşık seni...'


O gece Zeynep le sohbet etmesi biraz olsun rahatlatmıştı Aysel i.

Murat ise,geceyi içki içerek geçirmiş, ertesi gün işe gidememişti....Öğleye doğru evin telefonu ısrarla çalmasına rağmen,işyerinden arandığını düşünüp uzun bir süre açmadı.

Sonunda Müthiş bir baş ağrısıyla yerinden kalkıp telefonu açtı.Gazeteden aranmış,ertesi güne randevu vermişlerdi....

Görüşme bittikten sonra koltuğa oturdu.Alkolün etkisinden kurtulamadığı için olup bitene anlam veremedi.Soğuk suyun altına girip duş alması onu biraz olsun rahatlattıktan sonra şaşkınlığını üzerinden atıp düşünmeye başladı...

Akşam,Aysel in ' Sana sürprizim var ' dediği konunun ve ona özel masa hazırlamasının nedenini daha iyi anlıyor, ne yapması gerektiğine karar veremiyordu.Bir yanda hayalini bile kurmadığı köşe yazarlığı,diğer yanda akşama kadar yorgunluktan ayak tabanlarını çürüten cafe! Ve en kötüsü,kalbini kırdığı sevgilisi Aysel! ...Düşündükçe aklının daha çok karıştığını hissetti..Gururlu yapısından dolayı, kavga edeli çok kısa zaman olduğu için gidip özür dileyemezdi.Geç de olsa üzerini değiştirip işyerine gitti...


Aysel uyandığında Zeynebin evde olmadığını fark edince telefon açtı.

' Zeynep nerdesin? '

Z ' Güzelim ben derse girmek üzereyim şu an.Sabah seni uyandırmadım.o halinle okula gitsen de bir anlamı olmazdı.'

A ' İyi de,ben ne yapacağım tek başıma evde! '

Z ' Ben erken çıkacağım okuldan.Oyalan işte bir şeylerle.Hadi öptüm görüşürüz.'

Bu kısa konuşma bittikten sonra Aysel in aklına Murat geldi.Onu o kadar çok seviyordu ki, bir an için kavga ettiklerini unutup telefon açmayı düşündü...



Aslında Ben, Sizi Aldattım ! Bölüm 3
  Bütün suçun kendisinde olmadığını bildiği için, belki Murat arar diye tahmin etse de, kendine hakim olamayıp, telefonunun mesaj bölümüne Onu çok sevdiğini yazıp,göndermeye cesaret edemiyor, tekrar siliyordu...Dikkatini biraz olsun dağıtabilmek için gün boyu ev temizliği ve yemek yaparak oyalandı...

Murat, pişmanlık içerisinde çalışmaya devam etse de, gururuna engel olup Aysel den özür dileyemiyordu.Diğer taraftan, telefon görüşmesini hatırladıkça daha fazla çıkmaza giriyordu...
Sonunda beynindeki karmaşık düşünceleri erteleyecek geçici bir çözüm buldu.
Ertesi gün işyerinden izin alıp gazetenin bulunduğu binaya gidecek, görüşme olumlu geçmezse yaptıklarından kimsenin haberi olmayacaktı...Bu sayede de Aysel den özür dilemek yerine,ondan özür bekleyecekti...

O akşam Zeynep eve geç döndü
A “ Zeynep nerede kaldın bu saate kadar? “
Z “ Özür dilerim tatlım,geciktim.Uzun süredir görmediğim bir arkadaşla karşılaştım.Gezdik biraz.”
A “ Kimmiş o arkadaş? Ayrıca içki kokuyorsun.Nerede eğlendiniz böyle! “
Z “Anlatmıştım sana.Hatırlarsın belki...Geçen sene tatil için Antalya ya gitmiştim.Kumsalda güneşlenirken,yurdumun abazanlarından biri dikkatimi çekmeye çalışmak için abuk subuk hareketler yapmıştı.Tersleyince de,onu yanlış anladığımı söylemiş,peşimi bırakmayarak tanımam için şans istemişti.Oturup sohbet ettik.Gerçekten eğlenceli çocukmuş,güzel vakit geçirmiştik.”
A “ Seni nasıl bulmuş peki? “
Z “ Okuduğum okuldan ve bölümümden bahsetmiştim.Bir iş için buraya gelince beni hatırlamış.arkadaşlara sorup bana ulaşmış.Takıldık biraz.”
A “ Demek onu da etkilemeyi başardın,unutmamış seni.”
Z “ Hiç sorma Aysel ya! Sohbet sırasında sürekli yokladı beni.İlişki yaşıyor musun, tekrar görüşür müyüz, telefon numaranı alabilir miyim, gibi sorular sorup durdu.”
A “ Görüşecek misin? ”
Z “ Güldürme beni.Adam resmen aşk oyunu oynamak istiyor.Okul bu sene bitiyor,yazın sıkı bir tatil yapacağım yine.Antalya ya geldiğimde ben sana ulaşırım diyerek ben onun numarasını aldım.”
A “ Yazın ararsın artık.”
Z “ Ne araması! Tatile gideceğim yeri bile değiştirmeyi düşünüyorum.Bu erkekler neden her sohbet ettiği kızı sahiplenmek ister ki, anlamıyorum! “
A “Gerçekten severek sahiplenmeleri doğal da, senin gibi birinin karşısına,gönlünü kazanmak için nasıl biri çıkmalı,ben bile şaşırıyorum! ...
Aa bak neredeyse unutuyordum! Emre aradı evi bugün.”
Z “ Gene mi o! Keşke unutsaydın! ... Ne yapışkan çocuk, kurtulamadım gitti.”
A “ Annesi uzun süredir çok hastaymış.Babası aramış Emre yi bugün.Acilen memleketine dönmesi gerekiyormuş.Gitmeden önce seninle son kez görüşmek istediğini söyledi.Okulunu bırakmak zorunda kalacakmış sanırım. Kırma çocuğu,görüş bari.”
Z “ Annesinin hastalığı hariç, bugün aldığım en güzel haberdi bu.Eh ne yapalım, madem artık olmayacak, son defa görüşelim.”
A “ Zeynep sana söyleyecek laf bulamıyorum inan ki! Çok acımasızsın.”
Z “ Güzelim ben onun neyiyim? ,Hiçbir şeyi.Peki zorla güzellik olur mu? ,Olmaz.Yalan söyleyemem,yakışıklı çocuk.ama bu yeterli değil benim için.Hiçbir şey hissetmiyorum ona karşı.”
A “ Peki, uzatmayalım.Bari yarın çok fazla incitme çocuğu sohbet ederken.”
Z “O kadar da Gaddar değilim merak etme...
Aysel var ya; Tam bir anne olup evinde çocuklarına ömür boyu bakacak Şefkat abidesisin.Dümdüz bir çizgin var.Hayatına adrenalin kat biraz tatlım ya...
Hoş, bunun için önce Murat tan kurtulman gerekiyor ama oda imkansız...
Sahi ne oldu, aradı mı bugün? ”
A “ Aramadı.Biliyorum, aramazda...Ben aramayı çok düşündüm gün boyu ama belki hala kızgındır diye cesaret edemedim.”
Z “ Aysel saçmalama! Kızgın olması ve aranması gereken kişi sensin.Sakın arama diyeceğim ama seni tanıyorum, ne kadar dinlersin ki beni! .”
A “ Bende aramak istemiyorum,ondan bekliyorum.Ama aklımdan çıkaramıyorum bir türlü.Gün boyu unutmak için bir şeylerle oyalandım sürekli.”...

O gece yattıklarında Aysel in gözüne uyku girmedi.Onun için kolay bir durum değildi.Duygusal,sadık ve zarif karakterli bir kızdı çünkü.Eskiden de ilişki yaşamış fakat hiçbirinde Murat la yakaladığı samimiyeti yakalayamamıştı.Her gece sarılıp yattığı, kokusunu hissettiği kişiden ayrı kalmaya dayanamıyordu....

Zeynebin uykuya dalmasını bekledi.Sessizce cep telefonunu çıkarıp yatağa uzandı.Telefonun ışığı gözükmemesi için battaniyesini başına kadar çekti.Numarasını gizleyerek Murat a art arda üç kez çağrı bıraktı.Murat anlamış olmalıydı,fakat cevap gelmedi.Cesaretini toplayıp boş bir mesaj gönderdi...

Murat eve gelir gelmez, olup biteni daha fazla düşünmemek için erkenden yatmıştı.Telefonun sesini duymadı.Aysel ise Murat tan mesaj gelecek diye beklerken uyuyakalmıştı...

Murat uyandığında telefondaki boş mesajı gördü.İçinden hemen cevap vermek geldi.Uyku sersemliğini üzerinden tam olarak atamadığından dolayı,bir an için küs olduklarını unuttu.Telefonunun mesaj bölümüne,Aysel i çok sevdiğini yazdığı sırada, aklına gazete yönetimiyle olan randevusu geldi.Önce görüşmeye gitmesi gerektiğini düşünerek, mesaj yazmaktan vazgeçti...

Kahvaltı yapmadan Üzerini değiştirip yola koyuldu.
İlkokula yeni başlayan çocuklar gibi ürkek ve heyecanlıydı...
Buluşma noktasına vardığında,30 lu yaşlarda,esmer uzun boylu,beyefendi görünümlü Hakan bey karşıladı Murat ı.
Sıkı bir görüşmenin ardından,Murat a gazetedeki şiir köşesinin yanı sıra,okuyucunun dikkatini çekecek daha farklı şeyler yapıp yapamayacağını sordu.
Murat; “Gelen mesajlara karşılık verip yorumlar da yapabilirim” deyince,Hakan bey 1 aylık deneme süresi vererek Murat ı işe aldı...

Böyle bir işi yapacağını hayal bile edemeyeceğinden, ücret konusunu görüşmeye cesaret edemeden,ilk deneme yazısını hazırlamak üzere eve döndü...

Ajandalarının arasından,en iyi şiirlerini seçmeye çalışırken, bir yandan da Aysel i düşünüyordu.Çünkü görüşme olumlu geçmişti ve aklındaki geçici fikir işe yaramamıştı.
Kendini çıkmaz sokakta gibi hissediyordu.Kısa süre önce kavga ettiği, hakaret ettiği sevgilisine, şimdi hem özür hem de teşekkür borçluydu...

Birden aklına parlak bir fikir geldi.! Aysel e şiir yazıp, gazetedeki ilk iş gününde yayınlayacaktı.Böylelikle, zaten gözü Murat tan başkasını görmeyen Aysel den,farklı ve etkileyici bir özür dilemiş olacaktı...

Aysel gözlerini açar açmaz telefonuna bakıp Murat tan mesaj gelmediğini görünce gizli gizli ağlamaya başladı.Kavga etmişlerdi ama bu onun hiç umurunda değildi.Sadece ona sarılmak, sıcaklığını hissetmek ve kollarında huzur içinde uyumak istiyordu....
Zeynebe baktığında hala uyuduğunu görünce, Emreyle olan randevusuna geç kalmaması için Hemen uyandırdı.
Zeynep, isteksiz vaziyette yerinden kalkarak Aysel e serzenişte bulundu.
“ Annem gibisin güzelim yaa! Bırak şunu, Emre midir nedir,nereye giderse gitsin.”
A “ Çocuğa söz verdik Zeynep.Ne var bunda! Son kez görüşeceksin hepsi bu”
Z “ Sen olmasan bu görüşmeye de gitmezdim de, bakma işte.Sana dua etsin...Baksana şuna ya! Sabahın köründe mesaj atmış,bilmem ne cafe de bekleyeceğim diye.”...

Zeynep,Kahvaltıdan sonra, Aysel in ısrarı ve baskısıyla, karşısındaki kişiye değer vermediği anlaşılacak şekilde sıradan kıyafetlerini giyerek, Emreyle buluşacağı yere gitti...




İstasyon
  “Af edersiniz! Kurtuluş’tan geçer mi?”

“Bu da gelir bu da geçer?

“Cebeci’den geçer mi?”

“Asri mi?”

“Mamak’tan geçer mi?”

“Cezaevi mi?”

“Beyefendi, siz deli misiniz?”

Radyoda türkü; “… Askerlikte sevda...” Bir ucu yanmış biletler. Bilinmezden gelip bilinmeze gidenler. Gitmeden gelenler. Adam Hancısı. Yolun yabancısı.

Gözlerinde; erkekler, kadınlar, çocuklar… Oturanlar, dikelenler, bükülenler… Çantalar, valizler, poşetler. Göğe bakan. Yere bakan. Duran trene bakan… Öze bakan. Söze bakan. Yüze bakan. Dönüp kedine bakan... Güne bakan. Düne bakan. Üne bakan. Ünlüye bakan. Işık yakan. Yürek yakan. Sigara yakan. Kadın feminist. Erkek komünist. Memur makinist. Koku. Losyon. Kokan. İstasyon. Tren. Giren.

Rol biçeni. Rol seçeni. Su içeni. Kendinden geçeni. Ekleyeni. Tekleyeni. Bekleyeni. Bineni. Bindireni. İneni. İndireni. Kadın-erkek kalıkları… Yanlarında balıkları. Hayalde arpalıkları. Kızan kalabalıkları. Saatleri. Vaatleri. Ucu yanmış biletleri. Eşleri eşeleri. Şişleri şişeleri. Açılmamış gişeleri. Hep olanı. İç olanı. Er olanı. Geç olanı. Alanları. Yalanları. Sonrayı. Çok sonrayı. Az sonrayı. Umutları. Bulutları.

Şemsiye açanlar. Saçağa kaçanlar. Yaslananlar. Islananlar. An gelip uslananlar. Hırsızı. Arsızı. Huysuzu. Ebecisi. Söbecisi. Cebeci’si. Okunur ezanı. Ezana kızanı. Sıraya sızanı. Elde saz ozanı… Dilde söz yazanı… Burada azanı. Duvarda düberi. Ekranda haberi. Gelişeni. Bölüşeni. Dövüşeni. Tek geleni. Çok geleni.

Açıklar-saçıklar. Gizliler-açıklar. Örtülü açıklar. Sonradan kaçıklar. Önler sonlar. Bizsiz onlar. Fileler. Soğanlar. Kelemler. Elemler. Çantalar. Defterler. Kalemler. Sakallar. Akıllar. Okullar. Çaylar simitler. Hayaller ümitler. Jilet ve jiletçiler. Bilet ve biletçiler. Cepten alanlar. Gişeden çalanlar. İnenler ve binenler. İtişler. Kakışlar. Anlamsız bakışlar.

Adam olmaz adamlar. Tekleme ağaçlar. Etrafta araçlar. Dilenen açlar. Kaldırımdaki taşları. Gözlerdeki yaşları.Futbol. Mutbol. Magazin. Gagazin. Dedisi. Kodusu. Övgüsü. Yergisi. Hesapsızı. Kitapsızı. Kitaplısı. Dergilisi. Trene binişler. İstasyonda inişler.

Aylardan kasım, günlerden Pazar. Aradığım o adamdı, görür görmez tanıdım onu. Yalnızdı, yalnızlığı benim kadar. Dalgındı, dalgınlığı ölüm kadar.

Ne Kurtuluş. Ne Cebeci. Ne Mamak…

İstemedi aslında; yol istedi. Soru sormadı aslında; cevap istedi. Ne bıraktı kendini, ne kan düştü raylara. Bir feryadü figan, bir ah işitti zaman. Bir çığ düştü yüreklere. Sustu kalabalık. Aktılar, ırmak gibi suyu bitmiş göle.

Bir adam ölüyordu ve bir ben konuşuyordum deli deli.

Ve bir deli gülüyordu bana deli deli.

Ve hala arada bir ağlıyorum istasyonda deli deli.



Babam Bu Bayram Gelecek
  Anne, niye ağlıyorsun? Babam bu bayram da gelmeyecek mi? Söz vermişti gelirken doğum günü hediyemi de getirecekti. Belki uçurtma getirir. Salarım uçurtmamı göklere bütün çocuklara babalarından haber getirsin diye. Belki de oyuncak arabalar getirir. Bütün çocuklara.

Anne, biz nereye gidiyoruz?

Ağlama anne. Olsun. Bu bayram gelmezse de sonraki bayram gelir. Çok özledim ama yine de beklerim. Hem o zamana kadar okumayı daha iyi öğrenirim. Ona “babacım artık gel” diye mektuplar yazarım. Geldiğinde şiirler okurum.

O zaman da gelmezse sonraki bayram gelir. Ben daha çok büyürüm. İçimdeki sevgi ve özlem de büyür.

Anladım ben anne babam bu bayram gelmeyecek. Sonraki bayram da gelmeyecek. Ondan sonra da gelmeyecek. Anne babam hiçbir bayram gelmeyecek değil mi? O zaman anne bayram da bize hiç gelmeyecek.

Anne hani geçen gün evimize kalabalık gelmişti. Herkes beni öpüp kucaklayıp ağlıyordu. Hiç biri babam gibi sarılıp öpemiyordu. “oğlum, aslanım” diyemiyordu anne. Sen de ağlıyordun. Beni dayımla başka yere göndermiştin. Ben dayıma “babam nerde, öldü mü yoksa?” diye sormuştum. Dayım, “şehitler ölmez” demişti. Bugün de okulumuzun “vatan İlköğretim Okulu” olan adını değiştirip, babamın adını yazmışlar. Başına da şehit diye yazmışlar. “Canım feda” sokağımızın adını da yine babamın adıyla değiştirmişler.

Anne bak oradaki taşın üzerinde de babamın ismi yazıyor. Anne bak, bak şehit yazıyor.

Anne hani babam yemin edecekti. Seninle gitmiştik. Seni bir süre içeri almamışlardı. O zaman babama “neden bizim yanımızda gelmediğini” sormuştum da, o da “ vatanı ve sizi düşmanlardan koruyorum” demişti. Vatan sadece bizim mi? Vatanı başkası korusa olmuyor mu anne? Babam yanımızda olmayınca bizi kim koruyacak.

Elimi bırak anne. Artık ben büyüdüm. Bugün okulda çocuklar bana “senin babanı vurmuşlar, baban şehit olmuş” dediler. Ben ağladım. Öğretmenim “sus ağlama, babası şehit olan çocuklar çabuk büyür” dedi.

Anne babamı vuranların benim gibi çocukları yok mu? Onlar da benim okuluma gitmiyor mu? Onlar da babamın adı olan okuldan mezun olmayacaklar mı? Sonra onlar da beni mi vuracaklar anne?

Öğretmenime “ babam öldü mü?” diye sordum. O da dayım gibi “şehitler ölmez” dedi. Babamın uyuduğunu söyledi. Anne babam uyumayı sevmez ki o çalışmayı sever. Sen ona çok çalıştığını söylediğinde “çalışacağım ki hem siz rahat edin. Hem vergimizi verip diğer insanlara faydalı olalım” demişti. Anne, okulda bize kitap defter dağıtıyorlar, babamın verdiği parayla mı dağıtıyorlar? Babamı vuranların çocuklarına da veriyorlar mı?

Anne şimdi benim öz kardeşlerim olmayacak mı. Bana ağbi diyen olmayacak mı? Ben büyüyüp evlenince çocuklarımın dedesi olmayacak mı? Halaları, amcaları olmayacak mı?

Anne o gün hani kalabalık toplanmıştı evimizin önünde, kırmızı bayrağa sarılmış büyük bir kutu taşıyorlardı. “kutu da ne var” diye sormuştum kimse söylememişti. Ben de babam bana büyük bir hediye aldı sanmıştım. Anne hiçbir hediye babamın yerini tutmaz ki.

Anne babamı vuranlara babam ne kötülük yaptı. Düşmanlar saldırsaydı, onların çocuklarını da babam korumayacak mıydı?

Anne babamı vuranların çocuklarının karnı doymuyor mu? Onların evleri yok mu? Elbiseleri yok mu? Eğer yoksa bizim yanımızda kalsınlar, bizim yediklerimizden yesinler, benim elbiselerimi giysinler. Ama bana babamı geri versinler.

Anne, kalabalığın olduğu gün takım elbiseli adamlar babamın çok iyi insan olduğunu söylediler. Yanımızda olduklarını söylediler. Şimdi niye yanımıza gelmiyorlar?

Anne yine öğretmenimiz dedi ki “şehitler çocuklarına şefaat edermiş.” Babam, onu vuranların çocuklarına da şefaat eder mi? Benim babam çocukları çok sever. Onlara da şefaat eder değil mi?

Babamı vuranlar özgürlük istiyormuş, demokrasi istiyormuş. Onların çocukları da babasız kalacaksa biz istemeyelim olur mu?

Anne, yine onlar haklarını istiyormuşlar. Benim babam kimsenin hakkını yemez ki? Hem hangi hak candan önemli olur ki?

Anne, vatan sadece bize mi lazım? Babamı vuranlara lazım değil mi?

Anne şimdi babam bu toprakların içinde mi yatıyor? Elleri üşümez mi? Acıkmaz mı, susamaz mı? Beni hiç özlemez mi?

Anne babam bu mezarda sığmaz. Benim babam nasıl sığar buraya anne?

Babam bu bayram geleceğini söylemişti anne. Benim babam sözünde durur anne. Belki gelir de biz göremeyiz anne. Bayramlıklarımızı giyelim de bizi böyle görüp üzülmesin, ağlamasın anne. Olur mu anne?


Kıssadan Hisse
  "Aylardır kuraklık çeken bir belde de;
halk toplanıp, yağmur duâsı için Şeyh’in kapısına varmışlar...

Şeyh bunları dinledikten sonra; yârın öğleyin ahanda şu tepedeki
ulu çınarın altında toplanın demiş…
Ertesi gün öğleyin herkes Şeyh’in buyurduğu yerde toplanmışlar.
Şeyh: Ey ahâli! Siz benim duâmla yağmur yağdırabileceğime inanıyormusunuz? deyince…
Ahâli hep bir ağız dan; eveeet! Diye bağırmışlar…
Şeyh: Bre vicdanına tükürdüğümün sahtekârları, niye o zaman birtekiniz bile şemsiyesini getirmedi? Demiş…"

Bu kıssayı ilk okuduğumda aklıma gelen;
Bâzı insanlarımızın; İslâm’ın son din, HZ. Muhammed’in son Peygamber olduğunu bildiklerii halde... Günümüzde yok ben peygamberim, yok ben gelecekten haber verebilecek antenlere sahip şeyhim, falcıyım vs. diyen sahtekârların yanında, çevresinde toplananlar ve sonunda aldatıldık...! Diye feryad edenler oldu...
Onlar da herhalde bunlara inandıkları için değil de, şemsiyesiz yağmur duâsına gidenler gibi, ya tutarsa hesabı...Birazda öyle istedikleri ve benzer düşünceleri paylaştıkları için diye düşündüm... Sizce de öyle değil mi?


Bu Gün Senin Doğum Günün
  bugün senin doğum günün... erkenden kalktım tıpkı sen varmışsın gibi sana fark ettirmeden başladım doğum günün için süpriz hazırlıklarına... önce çiçekçi mehtap ablaya uğradım o en sevdiğin kırmızıgülden bir demet yaptırdım... sonra sinemaya uğradım... iki kişilik yer ayırttım bir filme zira filmin konusu önemsizdi... en güzel tarafı bizi biraraya getirecek olmasıydı... sonra ki durağım pastane oldu... hazırlıkların bu kısmı çok önemliydi... sen tatlıları çok severdin... pastanede ahmet abi vardı. . 'hoşgeldin'deyip buyur etti beni içeriye... bir kaç hoş kelamdan sonra pasta siparişlerimi sıraladım art arda... 'hayırdır' dedi ahmet abi... 'Bu gün Şahanemin doğum günü' dedim... Gözlerime baktı Ahmet abi... 'Ama. ' dedi birden,sonra elini omzuma yaslayıp... 'Evlat artık kabullen Şahane öldü... anlıyorum seni ama ne olur yapma böyle'... Gözleri dolmuştu Ahmet abinin söylerken bu sözleri... Sonra bende başladım şahane diye bağırmaya... Birden kendimi attım caddeye... Dışarıda yağmur yağıyordu... Cebimden sinema biletini alıp savurdum öylece havaya... koşuyordum... durmadan,ağlayarak koşuyordum... istikametim bedenini saklayan mezarlıktı... sonunda varmıştım cansız bedeninin yanına... o çok sevdiğin kırmızıgülleri savurdum toprağın üstüne... sonra o en sevdğimiz türküyü söyledim... hani benim önceden çok sevmediğim ama sırf sen seviyorsun diye sevmeye başladığım o güzel türkü... 'seviyorum seni ekmeği tuza banıp banıp yer gibi geceleri ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi. . '... türküdeki kelimeler yetmiyordu aşkımı anlatmaya. . bugün senin doğum günündü... ama sen yoktun işte... seni saramıyordum kollarıma... aramızda toprak vardı... olsun be gülüm kaderde bu varmış... ama şunu unutma sakın kavuşacağız cennetimizde...

doğum günün kutlu olsun sevgilim...

 
 
  Bugün 17 ziyaretçi (18 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol